11 Ocak 2017 Çarşamba

Çam

Çocukluğum çam ağaçları arasında geçti benim, bu yüzden masalsı anlarla büyüdüm diyebilirim.
Guguk kuşlarının ötmeye başlamasıyla birlikte su yürürdü çam dallarına ve kolayca boru biciminde çıkardı ince dallarından kabuğu; ilk oyuncaklarım oldular bunlar, ilk düdüklerimi bu borudan yaptığımı anımsıyorum.
Yaşlı amcalar, köylü şapkalarının gölgelikle kumaşı arasında kalan boşluğa çam dalından elde edilen bu borumsu çam  kabuğundan yaptıkları ve takım dedikleri sigara ağızlıklarını sıkıştırılardı.
Yaşlı çam ağaçlarının kızıl kabuklarını işlemek kolaydır ilk oyuncak arabam bu kızıl kabuklardan yapılmadır benim.
Yaz aylarında bu çam ağaçlarının dallarından yakalardık ağustos böceklerini, biz çığırtgan derdik o cırtlak sesiyle durmadan öten bu böceğe, ve ancak Amerika'da öğrendim erkek sandığımın dişi, dişi sandığımın da erkek olduğunu.
Üzerine kar yağdığında, çam kadar ne güzel gözükebilir ki? Soğuk kış geceleri, tam karşımızda ki dağdan rüzgarın çam yapraklarına- biz pürçek derdik- çarptığında masalımıza bir gizem ve müzik eklenirdi. Baykuşaların sesleri eşlik ederdi sonra annem korkuturdu birileri ölecek bu gece diye...
Ve gençliğimde bu ağaçların yüzlercesini kestim, tomruk yapmak için, o günlerden kalma çam sakızlı ellerimi hala hissederim, anlıyorum ki çamların göz yaşlarıydı fark edemediğimiz.
İlk ve son orman yangınımı da bu ağaçlarla başlattım kimsenin öğrenemediği ve ölümüne korktuğum.
Her canlının bir hikayesi vardır bu gezegende, doğar büyür ve ölürler. Bildiğimiz kadarıyla da ölüm bilinci sadece insan da vardır. Yaşam bu yüzden çok güzeldir ve çok acı. Kendimize anlam yüklemeye çalışıp dururuz, piramidleri yaptırtan da bu güçtür, aya bizi taşıyan da, ölümlü olduğumuzu bilmenin verdiği ölümsüzlük arayışıdır aslında tek aradığımız.
Ağaçların yaşlılıktan ölümü en asil olandır, ayakta ve dik ölürler. Bu ağaç gibi...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder